Gazetecilik bir imtiyaz değildir!

Önceki gün, Halk TV'de çalışan üç gazeteci gözaltına alındı.
Bir bilirkişi ile yapılan telefon görüşmesinin izinsiz yayınlanması ve isminin açıklanmasına ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın başlattığı soruşturma kapsamında gözaltına alınan Gazeteci Barış Pehlivan, Halk TV Sorumlu Müdürü Serhan Asker ve program sunucusu Seda Selek adliyeye sevk edildi. Gözaltı sonrası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamada, "Bilirkişinin isminin hedef gösterilecek şekilde açıklanarak yargılamanın seyrini etkilemeye yönelik sözler sarf edilmesi ile bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs" suçlamasına yer verildi.
Bir gazeteci olarak, geçmişte tutuklanarak aylarca hapishanede yatmış ve zamanın devlet güvenlik mahkemesinde yargılanmış bir gazeteci olarak, hangi fikre mensup olursa olsun, hangi ideolojiyi savunursa savunsun, bir gazetecinin hapse atılmasına karşı olduğumu baştan belirteyim.
Ancak, söz konusu olan memleketin güvenliği selameti vatanın birliği ve bütünlüğü ve dahi kutsallarımız ise durum elbette farklıdır ve benim bu konudaki düşüncem kalın bir kırmızı çizgidir ve nettir.
Bahsi geçen gazetecilerin yapmış oldukları eylem mevcut kanunlar hükmüne göre ve kamu vicdanı nezdinde suçtur ve doğru değildir.
Herhangi bir kamu görevlisini, hukuki sorumluluğu dolayısıyla yerine getirdiği görevinden dolayı suçlamak onunla yapılan görüşmeyi kayda almak ve bunu izinsiz yayınlamak en başta gazetecilik etiği bakımından son derece yanlış ve sakıncalıdır.
Gazeteci olmak başkalarının haklarını ve kişisel sınırlarını ihlal edebilmek, onları küçük düşürebilmek veya hedef gösterebilmek hakkını vermez.
Bu konuda en başta CHP olmak üzere olayı tamamen kendi mecrasından saptırıp siyasallaştırarak hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı hareket etmektedirler.
Hukuk çerçevesinde yapılan gözaltı işlemini korsan ve hukuksuz bir eylem gibi göstermeye çalışıp kendi kitlesini bu konuda konsolide etme girişimi ülkemizin birlik ve bütünlüğünü zedeleyecektir.
Dün Halk TV'de gece yarısına kadar bu konu tartışıldı.
Tartışmaları dikkatle izledim.
Yapılan tartışmalar tamamen ideolojik zeminde ve hukuki hiçbir temeli olmayan suçlamalarla, Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti hükümetini hedef alan sözlerden mütevellit idi.
Hele bir tanesi var ki neredeyse halkı sokağa davet etmeye ve cumhurbaşkanına karşı kışkırtmaya ramak kalan sözler söylemekten geri durmadı.
Halen Türkiye Büyük millet meclisi'nde Milletvekili olarak yer alan bu şahıs kendi İkbal ve bekası için neredeyse her oluşumun içinde bulunmuş birkaç Parti değiştirmiş birisi.
Aynen şöyle söylüyordu: "Bolu'daki yangının suçlusu Recep Tayyip erdoğan'dır gazetecilerin tutuklanmasının sebebi Recep Tayyip erdoğan'dır. Recep Tayyip Erdoğan istifa diye ortalığı yıkmalıyız. Bolu'ya vali atayan Recep Tayyip Erdoğan değil midir, bütün atamaları yapan Recep Tayyip Erdoğan değil midir öyleyse tüm bunların suçlusu Recep Tayyip erdoğan'dır!"
Bu sözleri sarf ederken Sayın cumhurbaşkanının, "Cumhurbaşkanı" sıfatını dahi kullanmadan sadece ismiyle hitap etmesi başlı başına bir kabalık ve içindeki nefretin dışa vurumudur aslında!
Tamamen hukuki zeminler içerisinde ve kanunlara uygun şekilde gerçekleştirilen bir gözaltı işleminden dahi Recep Tayyip Erdoğan nefreti çıkartan bu zümrenin ülkemizde oluşturulmak istenen milli birlik ve beraberliğe ne tür bir katkısı olabilir ki?
Şunu da söylemeliyim ki; 1998 yılında sahip olduğum Vahdet radyo mikrofonlarından o dönem yaşanan başörtüsü zulmüne karşı destek verdiğim bir konuşmada sarf etmiş olduğum "başörtülülerde üniversitelerde okuyabilmeliler, başörtülü asker anneleri de ordu evlerine girebilmeliler" cümlesinden dolayı gözaltına alınmış tutuklanmış ve aylarca hapiste kalmıştım. Konu ile ilgili dönemin devlet güvenlik mahkemesinde yargılanmıştım.
Bugün özgür basın güzellemesi yapan, gazeteci haklarından dem vuran CHP zihniyetine mensup gazeteciler, söz konusu muhafazakar ve mütedeyyin gazeteciler olduğunda kör, sağır ve dilsiz oldular. Bizi, bırakın savunmayı dönemin Hürriyet Gazetesi "tahrikçi gazeteci tutuklandı" diye haber yaparak topluma tahrikçi olarak lanse etti.
O dönem yanımızda bizi savunan özgür basın diyen bir tane gazeteci göremedik.
Biz gazeteci değil miydik?
Özgür basın kavramı bizi de kapsamıyor muydu?
Hapse atılmama sebep olan kelimeler kimi ne şekilde tahrik etmişti ki?
Kurduğum cümlede ne insanları sokağa davet etmiştim ne de şiddete çağırmıştım.
Yalnızca başörtülülerin de üniversitelerde özgürce okuyabilmelerini asker annelerinin başörtülerini takarak özgür bir şekilde orduevlerine çocuklarını ziyarete gidebilmelerini istemiştim.
Bundan daha masum bir istek olabilir mi?
Ancak ülkemizde yasakçı zihniyetin ve vesayet odaklarının hegoman olduğu geçmişte, özgürlükler kişiye ve ideolojilere göre tanımlandığı için ve ben mütedeyyin ve muhafazakar bir gazeteci olduğum için ben ve benim gibileri kapsama alanına almıyordu.
Hülasa bir gazeteci olarak haksız sebeplerle hiçbir gazetecinin hapse atılmasına elbette gönlüm razı değil. Ancak hiçbir gazeteci de hukukun üzerinde değil ve kanunları çiğneme hakkına sahip değildir. Bu konuda suç işleyen herkes gibi gazetecilerde elbette suç işlemişse hesabını verecektir ve cezasını çekecektir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü dezaten budur...