Putin Müslümanların Kurtarıcısı ve Hamisi Olabilir mi?
Bugünlerde Rusya ile ilgili haberleri okurken iki şey dikkatimi çekiyor. İlki Rusya’nın yeni askere alımlar için hazırladığı filmde Hristiyanlarla Müslümanların dayanışması ve dinî kimliği ne olursa olsun hepsinin Rusyalı olduğunu göstermesiydi. İkincisi de İsmail Haniye’nin şehit edilmesinin ardından ABD’nin İsrail’e açık desteği ve uçak gemilerini göndermesinden sonra Rusya’nın da İran’a açık desteği ve silah göndermesi oldu. Acaba Rusya, on binlerce Müslümanı bütün dünyanın gözü önünde ve pervasızca katleden İsrail’e kol kanat geren ABD’nin karşısında, binlerce Müslümanın alay edilerek öldürülmesine karşı hiçbir şey yapamayan lidersiz, çaresiz zavallı durumuna düşmüş İslam dünyasının tek koruyucusu rolüne mi hazırlanıyordu?
Rusya uzun zamandır bir ideolojik boşluk içerisinde. Ruslar, komünizm yıkıldıktan sonra kendilerini boşlukta buldular. Rusya Federasyonu kuruluş yıllarındaki şaşkınlık sürecinden sonra ezeli rakibi ve düşmanı (!) ABD’nin büyük desteği (petrol fiyatı uzun bir süre 100 USD ve üstünde seyretti) ile ekonomisini düzelterek yeniden eski gücünü ve yerini hatırladı. Yeniden dünyadaki yerini almalıydı. Ancak Batı gibi kapitalist olamazdı çünkü Batı rakip ve düşmanıydı. Rus milliyetçiliği düşünüldü ama içeride çok fazla farklı etnik yapı bulunuyordu. Sonuç olarak Rus devleti, Ortodoks Hristiyanlığı öne çıkardı ve böylece Ortodoks Kilisesine çok ciddi imtiyazlar verdi. (Rusya’da mum üretimi ve satışı ile tütün satışı tamamen Rus Kilisesinin tekelindedir.) Rus Patriğini de çok öne çıkararak dünya Ortodokslarının hamisi olmayı umdu ancak tıpkı Slav ırkına mensup Avrupalı halklar gibi diğer Ortodoks halklar da fazla Batılı olmuşlardı. En büyük rakibi Batı karşısında ittifak kurulabilecek sadece Müslümanlar vardı. Ancak Rusların yüzyıllardır Müslüman halkları işgal altında tutmaları, yaptıkları zulümler ve en son Çeçenistan savaşlarında yaptıkları yüzünden Müslümanlar arasındaki itibarları kötü idi. Bu durumda atılacak ilk adım bütün farklı etnik halklardaki nefret ve ayrılık düşüncesini bertaraf edebilmek için Rusyalılık (российский, rossisky) fikrini hayata geçirmekti. Etnik kimliği ne olursa olsun bütün Rusya vatandaşları eşit bir biçimde Rusyalı idi.
Bundan sonra ikinci aşamaya geçildi, Rusya’da bağımsızlık fikrinin hiç bitmediği ve İslam’ın her an isyanı destekleyeceği Kuzey Kafkasya’da ayrılık düşüncelerinin ortadan kaldırılmasına. 1999’da başlayan 2. Çeçenistan Savaşını Rusya’nın kazanarak Ramazan Kadirov liderliğinde yeni bir yapı kurdu. Bu süreçte 2001 İkiz Kuleler saldırısının ardından oluşan Müslüman düşmanlığını da kullanarak bağımsızlık ya da ayrılıkçı fikirleri olabilecek bütün Müslümanlar çeşitli bahanelerle ya öldürüldüler ya da ülkeden kaçmaları sağlandı.
Çeçenistan’da düzen sağlanınca Rusya yeni hamlesine başladı. Kuzey Kafkasya’daki yerel dini idareleri güçlendirerek Müslümanların üzerindeki baskıyı kaldırdı. Müslümanlar camiye gitmekten korkmamaya başladılar. Yeni camiler yapıldı. Rusya bunlara engel olmadığı gibi yeri geldi destek de oldu. Tek şartı, hukuki açıdan Türkiye’deki bir sivil toplum kuruluşu gibi kurulan ama her bir Özerk Cumhuriyette sadece bir tane olmasına izin verilen ve Moskova’nın gösterdiği kişiyi seçebilen, işleyişi ve hiyerarşik yapısı itibariyle de Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığının minicik bir kopyası olan ve kendilerine kısaca Müftülük denen yerel dini idareler (Duhovniye Upravlenya Müslümanski, Müslümanların Ruhani İdaresi) kontrolünde İslami işlerin yürütülmesi oldu. Elbette radikal alternatifler de her zaman kontrollü bir şekilde elde tutuldu.
Rusya laik bir devlet olduğu için resmi olarak dinî kurumlara karışmadığı (!) gibi onlara resmi olarak yardım da edemiyor. Ancak yerel cumhuriyetler isterlerse kendileri bütçeden pay ayırabiliyor. Bunun dışında gelirleri tamamen (Müslümanların) bağışlardan sağlanıyor. Bu aşamayla birlikte Rusya Ramazan Kadirov’a yeni bir misyon da yükledi. Ramazan Kadirov bu yerel idarelerin hem güçlenmesi hem de kendi kontrolünde olması için onlara çok ciddi imkanlar sundu. Kimi kabul etti kimi kerhen kabul etmek zorunda kaldı. Kuzey Kafkasya dışındaki Müslümanlar zaten bağımsızlık fikirlerine çok aşina değillerdi. Onları da Moskova o bölgelerde bulunan ve neredeyse ölene kadar değişmeyen Müftüler aracılığıyla zaten kontrol ediyordu.
Rusya, iç işlerindeki Müslümanlarla ilişkilerini dengeledikten sonra Batının karşısında müttefik bulmak amacıyla arayışlara girdi. Ancak Kuzey Kore dışında tek alternatif İslam dünyasıydı. Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde de Ramazan Kadirov devreye girdi. Ortadoğu’daki küçük Müslüman devletlerle olan ilişkilerin geliştirilmesinde aktif rol oynadı. Türkiye ile ilişkilerini artırabilmek için Recep Tayyip Erdoğan ile görüşme amacıyla defalarca randevu istedi. Hatta bir keresinde Türkiye’yi ziyaret edip Erdoğan ile görüşecek Rusya heyetinin içinde yer aldı. Ancak Türk Dışişleri son anda kendisini görüşme listesinden çıkardı. Umudunu yitiren Kadirov 2015 uçak krizinde Türkiye’ye en sert tepkiyi verenlerden oldu.
Rusya bir sonraki adımında İslam dünyası ile ilişkilerde yardım kuruluşlarını devreye soktu. Çeçenistan ve Dağıstan merkezli yardım kuruluşları Afrika ve Asya’daki ihtiyaç sahiplerine yardım götürmeye başladı. Türkiye’deki yardım kuruluşlarının yaptıkları bütün projeleri onlar da yaptılar, hâlâ da devam ediyorlar. 6 Şubat depreminde de Türkiye’ye geldiler ve ciddi yardımlarda bulundular.
Ukrayna savaşının başında yaşanan büyük şokla savaşmak istemeyen birçok Rus, Rus olmayan Hristiyanlar ve Rusya için savaşmak istemeyen Müslümanlar Rusya’yı terk etti. İlk başlarda Rusya’nın askerî açıdan vahamet arz eden durumu bu kaçışta çok etkili oldu. Ancak sonraki süreçte Rusya’nın gücünü toplaması, sadece Ukrayna’ya karşı değil aslında bütün Batıya karşı savaşmasına rağmen başarılı olması, ayrıca Türkiye’nin Kafkasya’dan gelenlere karşı son derece sert, onur kırıcı davranışları (daha havalimanında iken terörist muamelesi yaparak binlercesine giriş yasağı koyması, içeri girenlere de daha sonra yaptıkları ile) neticesinde önce Rusya’dan kaçan Müslümanların geri dönmesine, daha sonra da hem Türkiye’deki ekonomik kriz hem de yabancılara karşı sert tutumlar etnik Rusların da geri dönmesine yol açtı.
Bu arada Hamas’ın 7 Ekim eylemine karşı İsrail’in gerçekleştirdiği katliam karşısında dünya Müslümanları şaşkına döndüler. İsrail bütün çocukları istediği gibi öldürüyor ama hiç kimse hiçbir şey yapamıyordu. Hatta gavur dediğimiz halklar kendi devletlerinin bütün baskılarına rağmen gerekirse kendi devletleri ile çatışarak isyan ediyordu. Ancak Müslümanların elinden yalnızca ağlamak ve beddua etmek geliyordu.
Halkı Müslüman olan devletler bırakın İsrail’e somut bir karşılık vermeyi, İsrail ile ticaretlerini daha da artırmış durumdaydı. Örneğin kendini İslam dünyasının lideri olarak gören Türk Hükümeti çok yoğun eleştiriler sonucunda ancak altı ay sonra ticareti kestiğini duyurabiliyordu.
İslam dünyasının klasik üç büyük lider devleti vardı: Türkiye, İran ve Mısır. Sisi darbesiyle Mısır oyundan çıktı. Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ve İran’a yönelik diğer ABD ve İsrail saldırılarına karşılık İran’ın komik bile olmayan cevapları ve en son kendi Cumhurbaşkanını koruyamaması İran’ın aslında kâğıttan bir kaplan olduğunu gösterdi. İran, tipik zavallı bir diktatörlük gibi ancak kendi halkına gücü yeten zayıf bir devlet, Sünni dünya zaten onun aslında sadece Sünni Müslümanları öldürdüğü için Batının gizli desteğini alabilen zayıf bir devlet olduğuna inanıyordu. Ancak İsmail Haniye’nin Tahran’da Devrim Muhafızlarının binasında öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu. İran, tüm dünyaya zavallı bir devlet olduğunu açıkça göstermiş oldu.
Geriye kendini İslam dünyasının ebedi lideri gören Türkiye kaldı. Ancak bir dönem bütün İslam dünyasında çok popüler olan Recep Tayyip Erdoğan ve Türk Hükümeti, son iki üç yıldır ülkedeki yabancı düşmanlığının tavan yapması neticesinde devlet ve halk olarak yabancılarla ilgilenen devlet görevlilerinin ciddi bir oranının ırkçılık düzeyine varan, yabancılara karşı çok aşağılayıcı ve acımasız uygulamalarıyla yabancıların ülkeden kaçmasına sebebiyet verdi. Ancak ilginç olan 22 yıldır iktidarda ümmetçi bir hükümet olmasına rağmen ilgili devlet görevlileri tarafından sergilenen bütün bu yabancı düşmanlığının zengin fakir, yatırımcı mülteci ayrımı yapılmaksızın sadece Müslüman halklara karşı olmasıydı. Müslüman olmayan halklar en azından aşağılanmadan sadece çıkarılan bürokratik zorluklar ve ekonomik kriz yüzünden ülkeyi terk ettiler. Müslümanlar ise ayrılırken öfkeyle ve nefretle ayrıldılar. Bu öfke ve nefreti gittikleri ya da döndükleri ülkelere de taşıdılar. Artık Türkiye’nin etrafındaki Müslüman halklar ne Türkiye’yi ne de Erdoğan’ı seviyorlar. Dolayısıyla da Erdoğan’ı da Türkiye’yi de lider olarak görmüyorlar.
Bunların dışında Haniye’nin şehit edilmesinin ardından ABD’nin en büyük uçak gemileriyle gelerek İran’a karşı İsrail’in savunmasının yanında olduklarını söylemesine karşılık hiçbir İslam ülkesinden “biz de İran’ın yanındayız” açıklaması gelmedi. Tayyip Erdoğan’ın bir gece ansızın gelebiliriz demesinin de hiçbir karşılığının olmadığını, hâlâ İsrail’le ticaretin tamamen kes(e)meyen Türkiye’nin liderinin hiçbir şey yapamayacağını ne yazık ki bütün Müslümanlar biliyor.
İslam dünyası için lider ülke gibi görünenlerin bırakın Müslüman ülkelere liderlik yapmayı aslında kendi sorunlarını bile çözemeyen ülkeler olduğu aşikar olmuştur. ABD ile Çin (aslında İngiltere) arasındaki liderlik savaşında artık tüm dünya savaş alanı olmuştur. Maalesef ölenler genellikle Müslümanlar olmaktadır. Bu duruma dur diyebilen bir Müslüman ülke de bulunmamaktadır.
Tam bu sırada Putin’in çıkıp İran’ın yanındayız demesi ve kendisi bütün Batıya karşı savaşırken İran’a silah desteğinde bulunmasının ardından kendi halkına Hristiyan Müslüman dayanışmasından bahsederek bütün Müslümanların gönlünü alması Rusya devletinin uzun zamandır istediği ve planladığı gelişme için muhteşem bir fırsat sunmuş oldu.
Elbette bütün bunlara rağmen Rusya geçmişinden dolayı İslam dünyasında kolay kabul görmez. Ancak kendi sınırları içerisindeki Müslüman halkın zihninde kendini aklayabilir ve kendi Müslüman vatandaşlarına Müslümanların koruyucusu ve hamisi olduğuna inandırabilirse İslam dünyası için de umutlanacaktır.
Kendi Müslüman vatandaşlarını inandırma yolunda da epey mesafe almış durumdadır. Her ne kadar savaşta halen kazanamasa da bütün bir Batıya -Müslümanların da düşmanı olan Batıya- tek başına direnmekte ve başarılı olmaktadır. Ayrıca bütün yaptırımlara rağmen ekonomik bir çöküş yaşamamıştır. Yüksek enflasyona rağmen halkın alım gücü artmıştır. Üstelik Batı kapıları kapandığından Doğuya açılan kapı olarak Çeçenistan ve Dağıstan üzerinden Kuzey Kafkasya’yı merkez edinmiştir. Kuzey Kafkasya’da tabiat turizmi ve sağlık turizmi büyük bir hızla gelişmektedir. Bu, bölgenin ekonomik yapısını hızla değiştirecektir.
Yine Rusya ilginç bir şekilde başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinde hiç görülmeyen şeyleri yapmaktadır. Yolsuzluk yapıldığında -ki bir dönem tüm Rusya bürokrasisi için yolsuzluk günlük hayatın sıradan bir parçasıydı- mevkisi ne olursa olsun herkes adalet önüne çıkarılıp çok ciddi cezalar almaktadır. Geçen sene en güçlü bakan olan Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun yardımcısı rüşvet almaktan ağır ceza aldı. Aynı yıl birçok üst düzey bürokrat ceza aldı. Daha 3 Ağustos 2024 tarihinde bir Rus senatör cinayet azmettiricisi olarak gözaltına alındı. Demokratik ya da krallık, hangi İslam ülkesinde böyle bir şeyi görebiliyoruz?
Sonuç olarak hala İslam dünyasının lideri olabilme potansiyelini taşıyan tek ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ancak Türk devleti yeni bir yapılanmayla kendi sorunlarını bile çözemeyen çaresizlik durumuna bir çözüm bulamazsa ne yazık ki bir gün Rusları ve Putin’i İslam dünyasının “kurtarıcısı ve hamisi” olarak görebiliriz.