GIDA KONUSU ULUSAL GÜVENLİK MESELESİDİR

Gazetemizin bölgesel ziyaretleri kapsamında Doğu ve Güneydoğu illerimizdeydim. Yol boyunca bana eşlik eden şehir temsilcilerimizle araçta seyahat ederken yol boyunca bomboş duran, içerisine hiçbir şey ekilmemiş, ağaç bile dikilmemiş devasa araziler dikkatimi çekti.
Bölgeyi iyi bilen arkadaşa, buraların neden boş olduğunu sordum. Acaba toprak tarıma elverişli değil miydi? diyerek ekledim;
“Buralar devlet arazisi” diyerek cevapladı. Yani sahipsiz, devlete ait kamu arazileri.
Kilometrelerce kullanılmayan araziler öyle bomboş duruyor. Buğday ekmek için gayet uygun bölgeler. Bu manzaraya bölgenin her noktasında şahit oldum. Şimdi buraya bir virgül koyalım.
Pandemi günlerini hepiniz hatırlarsınız. Ülke de kapatma kararı alındığı gün marketlerin önü ana baba günü olmuştu. Koca AVM’ler birkaç saat içinde boşalmış, vatandaş panik içinde gıda namına alınabilecek ne varsa alıp evine taşımıştı.
Un dan makarnaya, zeytinden tahıl ürünlerine varıncaya değin evlerimiz adeta gıda deposuna dönüşmüştü.
Vatandaşı suçlamıyorum elbette. Tabi olarak anlık bir refleks ile hareket eden halk, ne olacağını bilmediği bir durum içerisinde marketlere akın etmişti.
O kapanma günlerinde ne kapımızda duran milyonluk lüks otomobillerimiz, ne de içinde oturduğumuz konforlu dairelerimiz umurumuzda değildi. En başta ailemizin hayatını idame ettirebilmek için sürdürülebilir gıda konusu aklımıza gelen ilk tedbir oldu.
Konunun uzmanlarının dikkat çektiği önemli bir uyarı var: Gıda terörü!
Gıda konusunda Uluslararası kartelleşmenin yol açtığı ciddi bir tehdit ile karşı karşıyayız. Her ülkenin kendi karteli oluşmuş durumda. Bir ürünün tarla fiyatı ile tüketiciye ulaşması arasındaki fiyatlarda büyük uçurum oluşuyor.
Örneğin; Domatesin tarladaki fiyatı 5 lira ise markette tüketici fiyatı 50 lira!
Aradaki fiyat farkı sadece nakliye ve sair masraflarla açıklanamayacak kadar büyük. Bu sadece bir kalem ürün ile ilgili bir durum değil. Tahıldan, peynire varıncaya kadar her üründe müthiş bir tekelleşme ve vurgun var.
Uzmanlar bunun adına “Gıda terörü” diyor. Haksız da değiller.
Şimdi çözüm konusunda elbette bu işin erbabı olan uzmanlarımız birçok alternatif öneri sunuyorlar. Bunlar tabi ki devletin yetkili mercilerinin dikkate alması gereken konular.
Ben bir tarım uzmanı değilim, ancak sadece ziyaretlerim sırasında görmüş olduğum devlet arazileri üzerinden bile çeşitli alternatifler üretebilirim.
Mesela, bölgede yaşayan ve tarım konusunda ehil aynı zamanda toprağı olmayan köylülere bu araziler ücretsiz olarak tahsis edilemez mi?
Hatta, TOKİ aracılığı ile modern çiftliklere dönüştürülüp, traktörü ve araç-gereçleri ile birlikte köylülere teslim edilip hem hayvancılık hem de tarım konusunda ülke ekonomisine katma değer sağlanıp hem de istihdam alanları oluşturulsa fena mı olur.
Bu şekilde hem gıda konusunda tam olarak millileşme sağlanırken, kartelleşmenin önü kesilebilir.
İstanbul Ziraat Odası Başkanı Ömer Demir, özellikle bu konularda önemli uyarılarda bulunan bir uzman. Çobanlık konusunda bir açıklaması olmuştu. İran’dan ülkemize çoban ithal edildiğini söyleyerek, gençlerimizin tarım ve hayvancılık konusunda geri durduğunu ve bu işleri yapmak istemediğini söyleyerek bu mesleğin gençlere sevdirilmesi ve bu konuda devlet destekli eğitimler verilerek istihdam alanları oluşturulmasının elzem olduğunu söylemişti.
Bu uyarılar çok kıymetli ve ülkemizin tıpkı savunma sanayinde olduğu gibi tarım alanında da büyük bir millileşme seferberliği başlatması gerektiğinin resmi ağızdan ilanıdır.
Ülkemiz bir tarım ülkesi olmasına rağmen, birçok üründe dışa bağımlılığımız maalesef sürmektedir.
Özetle; Tarımda bir reform şarttır. Yeniden bir yapılanma ile köylerden şehirlere olan göçün önü alınmalı, tarım ve hayvancılık konusunda yeni vizyon geliştirilerek güncellenmelidir. Vesselam…