Nadir element krizi savaşı tetikler mi?

Günümüzde küresel güç mücadelesinde petrol yerini yavaş yavaş kaybediyor. Diğer bir tarafta veri, silikon ve nadir toprak elementlerinin önemi giderek artıyor. Özellikle Çin'in bu alandaki rezervleri, üretim kapasitesi ve ihracat politikalarına bakacak olursak ABD-Çin rekabetinde yeni bir baskı aracı hâline geldiğini görebiliyoruz.
Çin'in 4 Nisan’da yaptığı ihracat kısıtlaması açıklaması, teknoloji ve savunma sanayisinin stratejik girdileri olan nadir toprak elementlerinin eskiden olduğu gibi yalnızca ticari değil jeopolitik bir koz olarak da kullanıldığını söyleyebiliriz.
Periyodik tabloda 17 elementle tanımlanan nadir topraklar (NTE), isimlerinin aksine yerkabuğunda az değil; ama ekonomik olarak çıkarılması ve rafine edilmesi oldukça zor. Bugün bir F-35 savaş uçağının radar sisteminden bir Tesla motorunun mıknatısına, rüzgar türbinlerinden uydu haberleşmesine kadar pek çok stratejik ürünün kalbinde NTE'ler var. Özetle, bu elementler olmadan modern teknoloji nefes alamıyor. Bu elementler yüksek teknoloji, savunma sanayisi ve temiz enerji alanlarında hayati bir öneme sahip.
Nadir elementlerde Çin üstünlüğü
ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu’nun 2024 verilerine göre dünya çapında yaklaşık 90 milyon tonluk NTE rezervi bulunuyor. Bunun hemen hemen yarısı Çin’in elinde. Üstelik sadece rezerv değil; işleme kapasitesinin yüzde 90’ı da Çin’e ait. Bu da, Çin’i yalnızca maden çıkarımında değil tüm tedarik zincirinde tekel konumuna getiriyor.
Çin’in en büyük rezervi olan 'Baiyün Obo Sahası', tek başına küresel rezervlerin yüzde 37,8’ini oluşturuyor. Bu bölge Çin’in jeopolitik kozlarından biri hâline gelmiş durumda. Biraz daha düşünecek olursak Çin'in elindeki kozun ne kadar güçlü olduğunu fark edebiliriz.
Çin’in 4 Nisan’da açıkladığı son ihracat kısıtlamasında, samaryum, gadolinyum, terbiyum, disprosyum, lütesyum, skandiyum ve itriyum gibi kritik 7 elementi var. Bu adım, yalnızca Çin'den mal almak isteyen şirketlerin değil, bu maddeleri kullanan ABD savunma sanayisi, uzay teknolojisi ve yenilenebilir enerji projelerinin de doğrudan etkileneceği anlamına geliyor.
ABD’nin ithal ettiği nadir toprak elementlerinin yüzde 70’ini Çin’den aldığı düşünülürse, bu hamlenin hedefinde F-35 üretiminden elektrikli araç motorlarına kadar birçok önemli sektörün olduğu söylenebilir.
Üzerinde durulması gereken iki konu
Çin’in bu sektördeki baskın konumu, tedarik zincirinin yalnızca ekonomik değil aynı zamanda stratejik bir kırılganlık taşıdığını gösteriyor. Bu nedenle Batılı ülkeler bu alandaki alternatif kaynaklara yönelmeye başladı. Avustralya, Brezilya, Hindistan ve Tanzanya gibi ülkeler potansiyel tedarikçiler olarak değerlendiriliyor. Ancak mesele sadece rezerv sahibi olmak mı? Rafineri kapasitesi, çevresel düzenlemeler, yatırım maliyetleri ve diplomatik istikrar gibi unsurları görmezden gelmek mümkün değil. Çin, erken başlamakla beraber bu alandaki uzmanlığını da yıllar içinde geliştirdi. 2010 'da Çin Japonya'ya nadir toprak elementi ihracatını durdurmuştu. O zaman gündem de olan 'Kaynak Milliyetçiliği' tartışması tekrardan gündeme gelir mi?